Kendini Yeniden Keşfetme Olarak ‘Gey’lik’
Yazan: Dr. Joseph Nicolosi
“Gay”(Gey) kimliğinin oluşmasına dair sosyo-analitik bir görüş önermek istiyorum. Bu görüş, bir psikolog olarak sürdürdüğüm on sekiz yıllık mesleki pratiğim boyunca, 400 den fazla eşcinselin klinik tedavisinde elde ettiğim perspektife dayanmaktadır.
“Gey kimliği,” bir insan hakları ve kendi kaderini tayin konusu olarak tanımlandı. Özgürlüğü çok seven biz Amerikalılar, onu o kadar sevdik ki ipin ucu kaçtı. En etkili kurumlarımız-profesyonel psikoloji ve psikiyatri, kiliseler, eğitim kurumları ve medya- gey’lik yanılgısına düştüler. Zira gey’lik, artık çok eminim ki, bir kendi kendini kandırma ve yanıltma kimliğidir.
“Gey,” Homoseksüel(Eşcinsel) Değildir
Öncelikle, bilinmesini isterim ki kendi cinsine çekim duymakla mücadele eden kişilerden söz etmeyeceğim. Onun yerine, gey kimlik edinmiş, yani egosu üstüne çöreklenmiş ve kendisini, kişisel olarak, eşcinsel davranışın heteroseksüel davranış kadar normal ve doğal olduğu fikrine ikna etmiş kişilerden bahsedeceğim.
İkinci olarak da, gey diye bir kimse olmadığına dair inancıma açıklık getirmek isterim. Gey’lik fiktif(hayali, uydurma) bir kimliktir ve acı veren duygusal zorlanmaları aşmak isteyen bir kimse tarafından benimsenmiştir. Öte yanda, bir eşcinsellik problemi olduğunu fark edip onun üstesinden gelmek isteyen birey gey değildir. O sadece “homoseksüel”dir.
Bir gey kimliğinin geçerli olabileceği anlayışına inanması için bir kimsenin mutlaka insan gerçeğinin önemli unsurlarını inkâr ediyor olması gerekir. Tipik olarak temeller, erken çocukluk döneminde, insan gerçeğinin ciddi anlamda inkârına dayanır.
Gey kimliğinin gelişmesine dair üç adımlı bir psikososyal model önermek istiyorum. Birincisi, pre-homoseksüel(eşcinsellik öncesi) çocuk ve onun cinsel çarpıtmalarıyla başlar. İkincisi, sonradan benlik(kendilik) ve insanlık hakkındaki aynı çarpıtmaları geliştiren gey alt kültürüne (kontra kültürüne) asimilasyonu sürecidir. Üçüncüsü de gey topluluğunun kendi kendini kandırmacasının/yanıltmasının, nasıl olup da toplumun çok geniş kesimlerinin de yanılmasına kadar uzayıp gittiği bir tabloyu tarif etmeye çalışacağım.
Erken Cinsel Kimlik
Çocuktan başlayalım. Cinsel kimlik aşaması olarak adlandırılan kritik bir gelişim döneminde çocuk, dünyanın dişi ve erkek arasında bölünmüş olduğunu keşfeder. O hangisi olacaktır? Kişisel olarak seçim yapmakla yüz yüze bırakılmıştır; erkekliği mi kadınlığı mı üstlenmelidir- “Ben bir oğlan mıyım? Yoksa bir kız mıyım?” Burada başlıca oğlan çocuklarını ele alacağız. Çünkü sevicilikte(lezbiyenlikte) biraz daha fazla sayıda karmaşık çeşitler vardır.
Erkek ve dişi diye cinselleşmiş bir dünya ile karşılaşan ve seçim yapmaya da zorlanmış olan çocuk, ilkin bir kaçınma stratejisine sığınır-bir androjen aşamaya gerileme gösterir: “Her iki cinsin de avantajını terk etmek zorunda değilim. Hem erkek hem dişi olabilirim” Ancak gerçek bastırır ve sıra lisana gelir; “kız”, “oğlan”, veya “kızın”, “oğlanın” sözlerini işitmeye başlar çevresinde.
Başta her iki cins de anneyle özdeşleşmiş, onda kimlik bulmuştur. “İlk sevgi nesnesi.” Fakat oğlanın ek bir gelişimsel görevi daha vardır: babaya doğru harekete geçmek üzere anne özdeşleşmesini terk etmek… Burada hata yapmamalıyız: Robert Stoller’in dediği gibi erkeklik, bir elde etmedir, başarmadır. Çocuk-özellikle erkek çocuk- sadece kimliğini değil, cinsiyetini de elde etmek için çalışmak zorundadır. Yaşamaya devam eden her kültür, bu cinsiyetini “kazanma” konusunun ne olduğunu gayet iyi bilir ve çocuğa erkek olmaya geçiş veya giriş törenlerinde yardım ederek destekte bulunur.
Bugünlerde, erkek çocuklarımızın erkeksi(maskülen) kimliğinin oluşmasına destek olmayı, artık gittikçe terk etmeye başladık; özellikle ana-babalardan gelmesi gereken destek çok azaldı. Erkek çocuk için özdeşleşme ya da kimliğini bulma sürecinde en önemli olan babadır. Eğer baba sıcak, onu kabul eden ve kucaklayan bir babaysa çocuk anne özdeşliğini bırakacak ve kendi doğal erkeksi(maskülen) bağlarını kurmak üzere babaya yönelecektir. Eğer ki baba soğuk, uzak duran, sert veya sadece ilgisiz bir babaysa, çocuk yine ulaşmaya çalışacak, ancak sonunda yaralanmış ve cesareti kırılmış olarak o doğal erkeksi arayışlarını bırakıp anneye geri dönecektir.
Bir “gey geni” olduğuna dair hiçbir iknâ edici bilimsel bulgu yoktur. Fakat bazı erkek çocuklar, özellikle eşcinsel gelişime karşı bağışıksız kalıyor gibiler. Klinik deneyimler gösteriyor ki özellikle duyarlı, pasif, nazik ve estetik yönelimli erkek çocuklar, babayla cinsel özdeşleşme gibi gelişimsel bir boy ölçüşme sürecinden kaçmaya daha yatkın oluyor gibiler. Daha kaba, atılgan, derisi kalın bir oğul, duygusal bir bariyeri başarıyla aşabilir. Duyarlı oğulsa karar vermek için muhtemelen şöyle düşünecektir : “Bir erkek olamam ama tam bir dişi de olamam; o zaman ben de kendi androjen dünyamda kalırım- fantazimin(acayip/hayali kurgumun) gizli yeri.”
Anlaşılan o ki, bu androjensel fantazi nitelik yetişkinliğe kadar devam etmekte: aslında bu gey kültürünün temel bir yönüdür. Bu fantazinin içinde, cinselleşmiş kültürle özdeşleşmeyi narsistçe bir reddedişin yanı sıra, cinselleşmiş toplumumuzun dayandığı insanın biyolojik gerçeği ile özdeşleşmeyi reddediş de vardır. Ve yine aslında, cinsiyet, kişisel kimliğin çekirdek özelliği olarak, kendimizi kendimizle ve başkalarıyla nasıl ilişkilendirdiğimizi belirleyen ana unsurdur. Cinsiyet aynı zamanda olgunluğa doğru gelişmemizin de ana yoludur.
Bir dizi araştırma sonucunun gösterdiği gibi, bir cinsel kimlik karmaşasının habercisi olarak, çocukluk dönemi cinsiyet uyumsuzluğu, sonraki eşcinsellik ile doğrudan ilişkili görülmüştür(korelasyon vardır.) Bütün eşcinsellikler böyle gelişmez. Ancak bu genellikle görülen ortak gelişim patikasıdır. Gey edebiyatında bu temanın yankılarını tekrar tekrar işitiriz—eşcinsellik öncesi çocuğun hikayesi: izole olmuş, erkek arkadaşlarından ayrı düşmüş, kendi erkeksiliğine güvensiz halde ve yalnız, baba tarafından kabul edilmemiş, tekrar anneye geri çekilmiş. Sevici bir eylemci(aktivist) olan Camille Paglia’nın dediği gibi: “çocukluğum boyunca, blok halinde, cinsiyet fonksiyonsuzluğu ile mücadele ettim.” Virtually Normal’in gey yazarı Andrew Sullivan’a bir sınıf arkadaşı sorar: “ Hey sen! Oradaki! Kız mısın erkek misin?”
Çocuklukta cinsiyet öyle bir acı kaynağıdır ki, cinsiyet farklarının ortadan kaldırılmasının gey kültürünün ana talebini oluşturması şaşırtıcı değildir. Gey’ler kendi yaklaşımlarını “cinsiyette tarafsızlık” olarak özetlerler. Bir gey psikolog olan Daryl Bem, kendi ütopyasını tarif ederken, “cinsiyet kutuplaşması yapmayan bir kültürün toplumu” der; herkesin başka herkesin potansiyel aşığı olabileceği bir toplum. Diğer bazı gey yazarlar da “cinsiyet sistemine son” diye ısrar ederler.
Kendinden(Benlikten) ve Başkalarından Kopuş
Dolayısıyla görüyoruz ki, yetişkinlikte gey etiketini kabul etmiş bir erkek, tipik olarak, çocukluk döneminin çoğunu diğer insanlardan kopmuş olarak geçirmiştir; özellikle erkek yaşıtlarından ve babasından. Buna ilaveten, aile içinde de muhtemelen “küçük iyi çocuk” gibi yanlış ve katı bir rol üstlenmiştir.
Danışanlarımdan birisi demişti: “ Bir varlık değildim. Hissetmek için bir yerim olmadı.” Bir diğeri: “ Her zaman diğer insanların senaryosunu oynadım. Başka insanların tiyatrosunda bir oyuncuydum”
Bir danışanım: “Annem babam beni büyürken seyrettiler”; bunu işiten bir diğeri: “Ben kendimi büyürken seyrettim.” Benlikten(kendinden) kopuşun ne olduğunu işitebiliyor musunuz?— “Ben kendimi büyürken seyrettim.” Hiç şüphe yok, eşcinsellik öncesi çocuk genelde tiyatro ile veya rol yapmakla meşguldür—“Yaşam bir tiyatrodur. Hepimiz birer oyuncuyuz. Gerçek tam da bizim dilediğimiz gibi olamaz mı?”
Güvenilir bir kimliğin yokluğunda kendini yeniden keşfetmek kolaydır. Oscar Wilde (belki de gey’liğe bir yüz kazandıran ilk kişidir) : “Doğallık tamamen başka bir duruştur” der.
Onu organik kimliğiyle temellendirecek evsel/ailesel bağları olmadan gey erkek plastiktir. Transformist’tir (değişimci) Bir Victor-Victoria veya “La Cage Aux Folles.” (Aptallar Kafesi’nden) bir karakter. Tahtta hak iddia eden bir sahtekâr, bir komedyen, Fransız psikanalist Chasseguet-Smirgel’in adlandırdığı gibi “bir taklitçidir.” Jung’çu psikoterapist Robert Hopcke’nin dediği gibi, gey; “aykırı yabancı biri, bir düzenbaz, androjen—toplumumuzdaki sınırları kıran kişidir”
Freud : “Baba gerçeklik ilkesidir” der. Baba, mutlu anne-çocuk sembiotik ilişkisinden, sert(acımasız) gerçekliğe geçişi temsil eder. Fakat eşcinsellik öncesi çocuk kendi kendine şöyle der: “Eğer babam beni önemsiz kılıyorsa ben de onu önemsiz kılarım. Eğer beni reddederse ben de onu ve onun temsil ettiği her şeyi reddederim. Burada, “Hayır”ın çocuksu gücünü görebiliyoruz.—“Babamın bana öğreteceği bir şey yok. Onun doğurmak/üretmek ve dünyayı etkileme gücü, benim fantazyalar dünyamın gücü yanında hiçbir şeydir. O neyi başarıyorsa ben onu hayal edebilirim. Hayal ve gerçek aynıdır.”
O, kendi erkekliğini, o yaratıcı-üretken gücü bulmak için çaba göstermek, yaşamın içine dalmak ve onu pekiştirmek yerine, rüyalar âleminde, küçük iyi çocuğu oynamayı tercih etmiştir. Sadece babasından ve diğer oğlanlardan kopmakla kalmamış, erkeklikten ve kendi bedeninden de kopmuştur—erkekliğin ilk sembolü ve kendisine dahi yabancılaşan bir nesne olan pipisi de dahil olmak üzere. Sonradan başka erkeklerin pipisi ile iyileşmeyi deneyecektir. Çünkü eşcinsel davranış tam da budur: kaybolmuş erkek benliğin aranışı.
Anatomik temele sahip cinsiyet bireysel kimliğin çekirdek özelliği olduğu için eşcinsel, eğer karşılaştıracak olursak, bir kimlik sorunu olduğu denli bir cinsellik sorunu değildir. Eşcinsel, başka insanların yaşamlarının bir parçası olamamak gibi bir hisse sahiptir. Bunu takip eden o narsisizm ve kendisiyle fazlaca meşgul olma durumu, hemen bütün erkek eşcinsellerde ortak olarak gözlenmektedir.
Kimlik Arayışı Hemcinsini Cinselleştirme(Homoerotizm) Olarak Hissedilir
Şimdi artık, ergenliğin ilk yıllarında, bilinç-dışı dürtüler, hissettiği duygusal boşluğu doldurmak-kendi erkekliği ile bağlantı kurma isteğini karşılamak-üzere hakim olunca bu durum, hemcinse karşı duyulan (homoerotik) cinsel arzular olarak hissedilmeye başlar.
Sonra, hayatında ilk kez olarak, bu yalnız ve yabancılaşmış genç adam, kitaplıktaki romantik gey romanları, televizyon kahramanları veya internet sohbet odaları aracılığıyla aynı hisleri paylaşan kimselerle karşılaşır. Fakat sadece empati elde etmez: empatinin yanı sıra, cinsellik, seks, insan ilişkileri, anatomik ilişkiler ve kişisel kader gibi konulardan oluşan, tam bir paket gelir önüne.
Ondan sonra da, o düşüncesizce ve yalancı iyilik hissi veren(öforik) “dolaptan dışarıya çıkmak” olarak adlandırılan, sözde geçiş törenini deneyimler. Bu sadece onu, kendi kimliğinin(benlik özdeşiminin) daha derin, daha fazla acı veren sorunlarından dikkatini çelmek için biçilmiş ilave bir roldür. Gey kimliği, sanki önceden varmış da şimdi “keşfedilmiş,” olası bir doğal özellik değildir. O daha ziyade, bir grup insanın, kendi kolektif duygusal yaralarını maskelemek için, kültürel olarak da onay bulmuş, bir “kendini yeniden keşfetme” sürecidir. Bu, kendi gerçek kimliğini sonunda gey’likte bulmak için yapılan sözde hak arayışı ile, kimlik ve aidiyet arayışı içindeki genç adam tarafından denenen uygun olmayan roller arasında, belki de en tehlikeli olanıdır. Bu noktada, çocukluk döneminin yumuşak başlı, söz dinleyen, “küçük iyi çocuğu” gitmiş, yerine cinsel “kanunsuzu” gelmiştir. Gey alt kültürüne üye olmanın getirdiği yararlardan biri de, problem çözme amacıyla tekrar fantazyaya dönmesi için aldığı destek ve bulduğu kuvvettir.
Fantazya Seçeneği
Şimdi artık, çocukken yalnız olduğunda yaptığını, topluca yapabilecektir; gerçek, acı vermeye başladığında fantazya seçeneğine geç! “Basitçe kendimi ve dünyayı yeniden tanımlamalıyım. Diğerleri benim oyunumu oynamazsa onları kendime çeker ve istediğim gibi yönlendiririm. Eğer bu da işe yaramazsa ben de öfke nöbetine girerim.”
Kendini gey etiketiyle etiketleyen o yalnız çocuğun, üye olmakla elde edebileceği ne müthiş avantajlar; sınırsız seksi kazanıyor, kafasının içindeki gerçekle sınırsız güç elde ediyor; erken çocukluk dönemi yaralarının öcünü alıyor; bir de “bonus” olarak, onu reddetmiş olan babasını reddedebildiği gibi, benzer şekilde Hiristiyan Baba olan Tanrıyı da reddedebiliyor-kötüden iyiyi, yanlıştan doğruyu, yanılgıdan gerçeği ayıran Tanrıyı…Yani, Oscar Wilde’ın dediği gibi “Ahlak, sadece kişisel olarak sevmediğimiz kişilere karşı takındığımız bir tavırdan ibarettir.”
Şimdi de üçüncü düzeye bir bakış yapacağız: “Nasıl olup da bu yaralı kız ve oğlan çocukları-şimdi yetişkinlikte gey cemaati(topluluğu) olarak biliniyorlar-kendi sahte kurtuluşlarını, sadece popüler kültüre değil, hukukçulardan yasa koyuculara, üniversitelerden kiliseye kadar yaymayı başarabiliyorlar.
Bunun birçok yolu var ama özellikle şu aşağıdaki üçüne dikkat çekmekte fayda var.
Birincisi, insan hakları hareketleridir; bu belki de, bu yüzyılda Amerikan toplumunun kolektif bilincinin oluşmasında en fazla etkisi olan güçtür. Otantik(gerçek) haklar sorunları, gey savunucularının insan cinselliğine ve aslında insan doğasına yeniden bir tanım getirirken kullandıkları bir maniveladır. Ve “Dışarı Çıkma Hikâyesi”, zaman içinde tekrar tekrar kullanılmış olan güçlü bir alettir. Bu aynı jenerik hikâye, 1973’lerdeki Amerikan Psikiyatri Cemiyetinin komite salonlarından, Oprah Winfrey Şovuna kadar, son otuz yıldır harfi harfine tekrarlanıp durmuştur.
Dışarı çıkma hikâyelerini hararetle alkışlayan din adamlarını gördüm. Niye olmasın ki? Çünkü; “kendini bulmak” ve “gerçek hali olmak” gibi yirminci yüzyılın sonlarında popüler olan temalar, onlara tıpkı kahramanlık gibi çekici geliyordu. Şüphesiz hikâyeyi anlatan kişi samimidir. Söylemek istediğini söylemektedir. Fakat dinleyici “dışarı çıkma” sözünün ne anlama gelebileceğini kavramak üzere nadiren daha geniş bir açıdan bakıyordur.
İkinci faktörse, seksin kendisinin krizde olmasıdır; şimdi artık aile, cemaat, doğum, evlilik ve cinsiyet gibi kavramların tanımlanmasında temelden değişiklikler gerçekleşiyor. Bütün bu değişiklikler, bireyin cinsel zevk alma hakkını aramasına hizmet adına gerçekleşti. Fakat tarihsel açıdan bakıldığında, her ne kadar gey hakları hareketi, insan hakları hareketi içinde gözükse de asıl ideolojik gücünü cinsel özgürlükler hareketinden almayı sürdürmektedir.
Şimdilerde, kültürel açıdan gey edebiyatı retoriğinin(söz zenginliğinin) etkisine karşı zafiyet oluşmuş bulunuyor. Chasseguet-Smirgel’in dediği gibi: “sapık” (deyimin geleneksel psikanalitik anlamıyla), iki ana insanî gerçekliği karıştırmaktadır: nesiller arasındaki ayrım ve cinsler arasındaki ayrım. İşte gey ideolojisinde farklılıkların, tam da bu şekilde bir yok sayılma durumunu gözlüyoruz.
Benzer şekilde, Midge Decter de bize çocuklarına yetişkin muamelesi yapan bir kültür olduğumuzu söylüyor. (sadece ilkokullardaki seks eğitimine bakmamız yeterli) Ama aynı zamanda büyüklerin de çocuk gibi davranmaya başladıkları bir kültür…
Bizim toplumumuz tüketici-yönelimli bir toplum. Tüketim maddeleri de bizim kendimiz hakkındaki görüşümüzü belirliyor halde. Pazarlama stratejistleri daima tüketici gruplarını hedeflerine almaya hazır durumdadır. Gey çiftlerine “DINKS” deniyor; açılımı: “dual income, no kids” (çift gelir, çocuk yok) Bu da gelirin artabileceğini gösteriyor. Tüccarlar gey müşterilere her daim hizmete hazır ve nazırdırlar. Tüccar-avukatlar da zaten gey cemaatine çoktan meşruluk kazandırmışlardır. Bugün, AT&T, Hyatt House, Seagrams, Apple Computer, Time-Warner ve American Express gibi şirketlerin de içinde bulunduğu, hemen hemen bütün büyük şirketler, eşcinsellere özel tasarlanmış hizmetler sunuyor. Alkol ve sigara popüler gey tüketim maddeleri arasında bulunuyor. Gey otelleri, gey gemileri(cruise), gey tiyatro ve sinemaları ile gey film festivalleri revaçta. Gey dergileri, filimleri ve romanları da, asıl sorunu kimlik ve aidiyet olan bireylere, bir yüz ve anlam kazandırıyor. Lüks tüketim maddelerinden mücevherat, giyim ve kozmetik alanı, bu yaralayıcı azınlığı şişirip şımartarak rahatlatmakta. Fakat bu lüks maddeler, gey kimliğini, maddi güvencenin ötesinde, bir ekonomik başarıyla eşitlemekte- “Gey hayatı kral hayattır.”
Yine de “gey” bir kontra-kimlik, bir negatiftir(olumsuzdur.) Bundan kastım; psişik enerjisini “ben ne değilim”den alırken gerçeği kabullenmede çocukça bir reddediş içindedir. Bugünün liberal sanatlarının eğitimi tarafından sağlanan gerekçeli “teminat” ile de, gey’lik, dekonstrüksüyonizm (yıkımcılık-yapı sökümcülük) kabulleri ile kolayca rasyonalize edilebiliyor/akla uygun hale getiriliyor.
Dekonstrüksüyonizm ve gey gündemi birbiriyle tam bir uyum halindedir. Bunlar,“Species-ism” ( tüm-türcülük) – insanın kendisini hayvandan üstün tutma hakkının olamayacağını iddia etmek -– gibi birçok modern hareketle de uyum halindedir. Hayvanlara özgürlük taraftarı ve PETA’nın kurucusu Ingrid Newkirk’in dediği gibi, “bir fare…bir domuz…bir köpek… ya da bir çocuk.”
Nesiller arasındaki engelleri yıkmak için başka hareketler de var; psikiyatrinin en son olarak, pedofilinin diagnostik(teşhis edici) tanımını gevşetmesinin kanıtladığı gibi veya duble yayın organı olan “Journal of Homosexuality” (Eşcinsellik Dergisi)’nin “Erkek Nesiller arası Sevgi” başlıklı yayınında görüldüğü gibi: “pedofili için özür dileriz” diyorlar. Yine popüler olan hareketlerden (başlıca gey ve feminist olanlar) bir kısmı cinsler arasında zihinsel ve duygusal farklılıkları reddediyorlar ve daha da alarm verici olarak, bazı doğacı veya doğaya tapan hareketler de içgüdüleri “kutsal” olarak yeniden simgeleştiriyorlar.
Dekonstrüksüyonist hareketin kurucusu Michel Foucault bir gey’dir ve felsefesi, kendisinin eşcinselliği ile olan mücadelesinden ortaya çıkmıştır. Foucault’un aslında korkunç zalim bir planı vardı; yaşam ve ölüm arasındaki ayrımı yıkmak. Sonraki yıllarda, ölümü ve orgazmı aynı anda deneyimlemek gibi bir takıntılı fikre saplandı. Sonunda başardı; Charles Socarides’in dediği gibi: “kendisini dekonstrükte etti (yıktı).” (Bir sanatoryumda AİDS’ten öldü.)
Ve böylece, Dekonstrüksüyonizm ile görüyoruz ki hayvanla insan birbirine karıştırılıyor, kutsalla dinsiz, yetişkinle çocuk, erkekle kadın ve nihayet yaşamla ölüm birbirine karıştırılıyor. Bütün bu, geleneksel olarak var olan en derin ayrım ve farklar şimdi modern Dekonstrüksüyonizm’in kuşatması altında.
Film Mitolojisinde “Gey”
Son Disney çizgi filmlerinden Aslan Kral’da, nesiller arası kadim bağın, aslanların kralı olan baba Mufasa ile onun küçük oğlu, geleceğin kralı Simba arasındaki ilişkide gösteriliyor. Dengeli ve düzenli bir aslan krallığı ülkesinde yaşamayı sürdürüyorlar. Bu arada, Scar(Skar) diye bir başka karakter var; kralın, kara kara düşünüp duran ve küskün erkek kardeşi. Bu karakter hayatını dışarılarda, kıskançlık ve öfkeyle dolu olarak sürdürüyor. Scar’ın bir gey kişilik olduğu tartışılmıştır.
Filimde Scar, nesiller arasındaki baba-oğul ilişkisini yıkıyor. Aslan Kralı öldürerek leş yiyici sırtlan sürüsüyle ittifak yapıyor. Bu sayede Scar, aslanların krallığını bir kaosa ve yıkıma sürüklüyor. Fakat tam bu olmadan önce genç erkek Simba ile amcası Scar arasında sakin ve özlü bir diyalog geçer:
Simba gülerek,”Scar Amca ne tuhafsın!”
Scar anlamlı anlamlı yanıtlar: “Henüz hiçbir fikrin yok.”
Çıkış Yolu
Gördük ki gey’lik, bir birey tarafından edinilen ödünsel bir kimliktir ve duygusal çatışmaları çözmek için toplumumuz tarafından da artan bir oranda desteklenmektedir. Kolektif(toplu) bir ilüzyondur; aslında bu “gey’lik yanılgısı”dır. Fakat sayamayacağım kadar çok sayıda, mücadele, büyüme ve değişim sürecinde olan erkek de gördüm. Mücadele, kişinin erken yıllarında kök salmış olan, ruhen zor ama cesurca ve kamçılayıcı şekilde, yanlış kimlikle olan mücadelesidir. Olması gerektiği gibi…
Yetişkinler olarak bu mücadeleciler, gey yaşam tarzına bir bakıp hayal kırıklığıyla yüzlerini geri çevirenlerdir. Toplumun doğal düzenine karşı savaş ilan etmek yerine, içsel bir mücadelenin meydan okuyuşunu görmeyi tercih etmişlerdir. Bu, artık emin oldum ki, kadim kimlik sorunu için tek doğru çözümdür.
KAYNAKÇA
Chasseguet-Smirgel, Jeannine (1984). Creativity and Perversion(Yaratıcılık ve Sapıklık). New York, New York: W. W. Norton & Company.
Disney Press (1994). The Lion King (Aslan Kral). New York, New York.
Miller, James E. (1993). The Passion of Michel Foucault (Michel Foucault’nun Hırsı) New York, New York: Simon & Schuster.